ÜYE GİRİŞİ
İSİM 
 
PAROLA 
    beni hatırla  
Post Info TOPIC: TÜRK RESİM SANATI TARİHİ


uzman olduk

durum: Offline
Mesajlar: 36
Tarih:
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK RESİM SANATI TARİHİ
Kalıcı Link   


 Cumhuriyetimiz, geçmişindeki altı asırlık bir devletin maddî ve manevî deneyimlerinden yararlanarak çok sağlam temellere oturtulmuştur. Bu durum, devletin kuruluşundan günümüze birlik ve beraberliğe verdiği önemden, çağdaş uygarlıklar düzeyi ve ötesi hedeflere odaklanmasından, tüm insanların barış ve refahı adına seçmiş olduğu tam demokrasi yolundan ve diğer ülkelerle barış üzerine temellendirdiği ilkelerden de anlaşılmaktadır. Çağdaş dünyada sanat eğitimi, artık hükümetlerden öte devletin bir politikası olarak desteklenmektedir. Çünkü sanat eğitimi, genel eğitim içinde önemli bir yere sahiptir. Milletlerin tarihine bakıldığında da yine bu gerçek fark edilecektir. Bu nedenle günümüz insanının “ömür boyu” eğitime gereksinimini belirtirken, sanat eğitimini bu eğitimin odağında düşünmek durumundayız. Aksi takdirde hayat damarlarından biri kopmuş olan bir milletin ne denli yaşayabileceği kuşkuludur. Konuya ilişkin gerçekleştirilen literatür incelemesinde, Türkiye’deki sanat eğitimi uygulamalarının, uluslar arası standartlara çok yakın olmadığı anlaşılmıştır. Ancak, dünden bugüne gelinen noktanın da küçümsenmemesi ve gelişim seyrinin bilinmesiyle bu ivmenin daha da yükseleceği gerçeğine de inanılmaktadır.
Osmanlıda resim sanatının kendini hissettirmesinden önce sanat alanındaki hareketler süslemecilik ile sınırlıydı. Bu dönemde süslemecilik o kadar ileri gitmişti ki 3. Ahmet zamanında Sebi isimli sanatçı çekmeceleri lakeli manzaralarla bezemişti. Çeşitli dönemlerde sanatçılar en küçük objeyi bile resim yaparak süsleme yoluna gitmiştir. Süslemecilik ve duvar resimlerinin daha sonra tuval resimlerine bırakması çok da kolay olmamıştır. Resmin temelini oluşturan minyatür resmi zamanını doldurmuş ama Osmanlı resmi için önemini devam ettirmiştir. Ve zamanla yerini modern resme bırakmaya başlamıştır.1Resim sanatımızdaki ilk primitiflerle birlikte pentür, yağlı boya ressamları da sanat tarihimizdeki yerini alarak şimdiki modern Türk resim sanatının temelini atmışlardır. 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet, İtalyan sanatçı Gentile Bellini’yi bugün Londra National Gallery’de sergilenen kendi portresini yaptırtmak üzere çağırmasına rağmen Batı tarzı resim, Osmanlı İmparatorluğu’nda benimsenmemiş bunun yerini genelde minyatür sanatı almıştır. Geçen süre zarfında Osmanlı İmparatorluğu’na gelerek çalışmalarda bulunan Batılı bazı sanatçıların olduğu bilinse de bu sanatçıların saray ve çevresinden büyük destek gördükleri dönem, Osmanlı’nın Avrupa ile ilişkilerini arttırdığı Batılılaşma dönemi olmuştur. Ayrıca Osmanlı minyatür sanatının geleneksel çizgisinden ayrılmaya başlaması da yine aynı döneme rastlamaktadır. 18. yüzyıl, Osmanlı sanatı açısından bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Bu yüzyılda ülkemizde yabancı sanatçıların resim ve mimari alanında etkinlikleri sürerken III. Selim(1789-1807) dönemi ıslahatları arasında Batı yöntemlerine uygun eğitim yapan askeri okulların kurulması kararlaştırılmıştır. Bunlardan 1794 yılında eğitime başlayan Mühendishane-i Berîi Hümayun adını taşıyan askeri okulda askeri amaçlı ilk resim dersleri verilmeye başlanmış, fakat bu dersler içinde perspektif, ışık-gölge gibi kurallar da yer almıştır. III. Selim’in başlattığı ıslahata II. Mahmud (1808-1839) devam etmiş ve yine çağdaş anlamda eğitim veren Harbiye, Tıbbiye, Bahriye gibi askeri okullar açılmıştır. II. Mahmud, aynı zamanda kendi resmini çoğaltarak devlet dairelerine astırarak yeni bir geleneğin başlatıcısı da olmuştur. Askeri okullarda eğitim gören ve resim yapmaya ilgi duymuş olan sanatçılarımız çağdaş Türk resim sanatının bir bakıma öncülüğünü yapmışlardır. Genel olarak Asker Ressamlar Kuşağı olarak adlandırılan bu dönem ressamları arasında en etkin olanları Kolağası Hüsnü Yusuf Bey, Ferik Tevfik Paşa, Osman Nuri Paşa, Ferik İbrahim Paşa, Hüseyin Zekâi Paşa, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid Bey, Hoca Ali Rıza ve Halil Paşa’dır. Resimlerinde genel olarak peyzaj, natürmort gibi konulara ağırlık veren asker ressamlardan Şeker Ahmet Paşa’nın kendini paleti ve fırçasıyla resmetmiş olduğu Kendi Portresi ise bu dönem için figür alanında yapılmış en önemli çalışmadır. Bu arada İstanbul’da gerçek anlamda ilk resim sergisi Şeker Ahmet Paşa’nın çabalarıyla 27 Nisan 1873 tarihinde açılmıştır.
Atatürk bir Ortaçağ imparatorluğundan, çağdaş bir ulusal devlet yaratma çabasını simgelemiştir. Atatürk’ün tarih, dil ve güzel sanatlara önem vermesinin sebebi de bunun içine girer. Bu toplumunda kültürünü oluşturan temel öğeler ise ulusal beraberliği sağlayan dili, tarihi ve sanatıdır. Sanat bir toplumun kültürünün ürünüdür. Kültür kelimesi “Bir toplumun yaşam düzeyini oluşturan bilgi, duygu, düşünce, dil, sanat ve yaşayış biçimlerinin tümü”dür. Kısacası tek sözcükle “Uygarlık”tır. Atatürk düşünce sistemi Cumhuriyet ile birlikte yeni kültür döneminin başlamasıdır. Atatürk Türk toplumunun Batı dünyasınca kabul edilmiş kültürel değerlere kavuşmasını istiyordu. Kültürleşme süresince güzel sanatlara önem veren Atatürk, 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilişinden 1938 tarihine kadar son nefesini verinceye dek, 15 yıl Türkiye Cumhuriyeti’ni ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda her yönü ile çağdaş bir devlet olması için çabalamıştır. 1924’de resim konusunda yetiştirilmek üzere, Güzel Sanatlar Akademisinden Avrupa sınavını kazanan beş ressam Paris’e gönderilmiştir. Bunlar Cevat Dereli (1900-1989), Mahmut Cuda (1904-1988), Refik Ekipman (1902-1974), Muhittin Sebati (1991-1935) ve Şeref Akdik (1898-1972)’dir. Akademiden ayrılıp Münih’e gidenler 1922’de Mahmut Cuda ve Ali Çelebi (1904) olmuştur. 1923’de Zeki Kocamemi (1900-1959) Türk Ocağı tarafından Münih’e gönderilmiştir. 1925’de Hale Asaf (1902-1938) izlemiştir. 1924’den itibaren, her yıl Akademi Resim ve Heykel bölümü mezunlarından Avrupa sınavını kazananlar, Avrupa sanat merkezlerine gönderilmişti. İlk grup sanatçılar, 1927-1928’de Türkiye’ye döndüler. 1. Modern Sanat Eğilimleri : Bugüne kadar olan kısa zaman diliminde Türk resminin modern devresi, hareket ve mana itibari ile dikkate değerleri göstermekte ve resim tarihimizin en zengin bir kısmını teşkil eder. Bunun Niçin böyle olduğunu anlamak için resim sanatının sosyal yapımız içinde yüzyılına yakın bir zamanda göz önünde bulundurmak gerekir. Türk resminde en önemli gelişme, 1928 kuşağı sanatçılarının uyguladıkları Kübizm ve Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) sanat akımlarıyla meydana gelmiştir. Türk resminde 1927’den sonra görülebilmiştir. Münih’ten dönen Zeki Kocamemi ve Ali Çelebi, Avrupa modern sanat akımlarını getiren iki öncü sanatçı olmuşlardır. Resim sanatımızda ilk düşünsel eğilim onlarla başlamıştır. Çalışmalarında görülen desen (sert, neşeli ve eğri çizgilerle geometrik kuruluş, biçim ve planların değerlendirilişi ile ortaya çıkan konstrüksiyon, Türk resmine katkıda bulunmuştur. Zeki Kocamemi Kübist anlayışında hacimlerinin geometrik düzenini aradı. Tabloda derinliği; yakın uzak planlarının ve kitlelerin birbiri ile olan ilişkisini, çizginin yönlerinde zıtlıklar ve renklerle vermeye çalışmıştır. Ali Çelebi ise Kübist düşüncede, nesneleri niteliklerini kaybettirmeden geometrik anlayışta betimlerken; kübizmin geometrik inşacı yanı ile Ekspresyonist anlayışı kişiliğine göre başarılı olarak birleştirmiştir. Ali Çelebi ve Zeki Kocamemi’nin getirdiği modern sanat akımları, bu gruptan Cemal Tollu (1899-1964), Refik Epikman, Mühittin Sebati ile 1924’de Paris’ten sonra Münih’te Hofmanın ile çalışan Hale Asaf ve daha iler ki yıllarda Cevat Dereli tarafından uygulanmaya başlanılmıştır. Zeki Kocamemi Kübist anlayışında hacimlerinin geometrik düzenini aradı. Tabloda derinliği; yakın uzak planlarının ve kitlelerin birbiri ile olan ilişkisini, çizginin yönlerinde zıtlıklar ve renklerle vermeye çalışmıştır. Ali Çelebi ise Kübist düşüncede, nesneleri niteliklerini kaybettirmeden geometrik anlayışta betimlerken; kübizmin geometrik inşacı yanı ile Ekspresyonist anlayışı kişiliğine göre başarılı olarak birleştirmiştir. Ali Çelebi ve Zeki Kocamemi’nin getirdiği modern sanat akımları, bu gruptan Cemal Tollu (1899-1964), Refik Epikman, Mühittin Sebati ile 1924’de Paris’ten sonra Münih’te Hofmanın ile çalışan Hale Asaf ve daha iler ki yıllarda Cevat Dereli tarafından uygulanmaya başlanılmıştır. a- Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği (1929) : Çağdaş Türk resim sanatının gelişmesinde sanatçı gruplarının, birlik ve desteklerinin çok önemli rolü vardır.
Bu dönem, resim sanatında önemli hareketlere tanık olagelmektedir. Avrupa sanatının çağdaş akımlarına paralel eğilimler, D grubu adı altında toplanan ressamların karma ve tek sergilerinde göze çarpmaya başlar. Ama dikkat edilirse, Cumhuriyet dönemi ressamlarında idealist bir şekilde de olsa, Anadolu halkına ve rengine bir yaklaşma görülür. Birçoklarını, folklor sorunlarıyla atbaşı giden bir nakış ilgisi sarar. 1950lere kadar Cumhuriyet döneminin önemli ressamları Turgut Zaim,(1906-1974), Zeki Kocamemi (1901-1959), Cemal Tollu (1899-1968), Nurullah Berk (1906-1982), Bedri Rahmi Eyüboğlu (1913-1975), Sabri Berkel (1909), Cevat Dereli (1901-1989), Ali Avni Çelebi (1904), Eşref Üren (1897-1984), Muhittin Sebati (1901-1935), Hale Asaf (1905-1938) ve Zeki Faik Izer (1905-1989)dir. Bu sanatçılar arasında Batı resminin etkilerini yerel bir duyuşla karşılaması ve Anadolu temalarındaki başarısıyla Turgut Zaim, kazandığı ünü hak etmiştir. Resimde folklorcu eğilimleri aşırı ölçüde gerçekleştiren Bedri Rahmi Eyüboğlu ise gücü artan değil eksilen bir gelişme gösterir. Bu dönem süresince Avrupada kalıp o hava içinde çalışmakta direnen sanatçılar arasında yalnız bir tanesi,. Fikret Muallâ (1903-1967) büyük basarı göstermiş ve hayatı memleketinden uzak bir acıyla sona ermiştir. Fikret Muallâ çağdaş dünya resmini Türk görsel duyarlığının katkısıyla yorumlamıştır. 1950den sonrası, yeni eğilimleri gerçekleştiren resim sanatçılarının dönemidir. Nuri İyem (1915), Neşet Günal (1923) gibi toplumcu eğilimde görülen sanatçıların yanı sıra Orhan Peker (1927-1978), Nedim Günsür (1924), Adnan Çöker (1928) kişisel üsluplarını başarıyla ortaya koyan sanatçılardır. Bu sanatçılara Eren Eyüboglu (1913-1989), Aliye Berger (1906-1974), İhsan Cemal Karaburçak (1897-1969), Leyla Gamsız (1921) gibi, resim ilgilerini özgün biçimlerde geliştiren ressamları da kuşak farkına rağmen katmak gereklidir. Ama kuşkusuz, 1959den sonraki Türk resim sanatında özgün kişilikleriyle değer kazanan birkaç sanatçıyı unutmamak, hatta bu resim yükünün pek çoğunu onların omuzlarında görmek de kaçınılmazdır. Cihat Burak (1915), Yüksel Arslan (1933), Ömer Uluç (1931), yerel bir resim anlayışını başarıyla ortaya koyan kişiliklerdir.(Resim Sanatının Tarihi, Sezer Tansağ, sy; 161,162,163) Resimde yeni üslup arayışı; 1975 yılından bu yana, XX. yüzyılın son çeyreğindeki ana eğilimler, yansıtan çabalar, resim sanatı alanında ürün veren gençlerle temsil olunmaktadır. Daha önce ana çizgileri belirlenmeye çalışılan figür ve soyut resim yaklaşımları, kavramsal sanata dönük biçim araştırmaları bir yana bırakılırsa, karşılıklı ilintileri çokça sürdüren bir oluşum içinde bulunmaktadırlar. Ahmet Öktem, Serhat Kiraz, Alpaslan Baloğlu gibi genç sanatçılar kavramsal düzenlemelerinde fotoğraf, resim ve diğer objelerin yer aldıklar, yerleştirildikleri ya da "installé” edildikleri, mekanı, da değerlendiren bir özellik taşımasına özen göstermektedirler. Çevrenin sanatsal bir yönde düzenlenmesi, sorununa, ancak geçici bir katkı, olma özelliği taşıyan bu çalışmaların kendilerini,zihinsel bir içerik bağlamında temellendirme istekleri de görülmektedir. Serhat Kirazın 1984 başında düzenlediği bir sergide kavramsal ilişkilere sokulan yüzey ve nesne biçimlerinin açıklanabilmesi için şu türden kaynak metinlere de başvuruluyordu. "Kendisini algılayan biri bulunduğu sürece, devingen bir ufuktur dünyamız; bizim algıladığımız ya da tasarladığımız dünyadır, nesnel ve değişmez bir dünya değil: belli bir anda, belli birinin dünyası olmayan dünya yoktur. Bunun sonucu olarak, dünya konusunda her türlü bilginin en azından üç etkenin işlevi olduğu söylenebilir: dünyanın kendisi (uzam), onu ele alan özne (belli biri) ve her ikisinin de yer aldığı zaman (Belli bir an). Bu üç öğeden birinde en ufak bir değişiklik olmuşsa, dünya aynı dünya değildir artık. İster bizi çevreleyen gerçek evren söz konusu olsun, ister betimlenmiş ya da düşlenmiş öyküsel bir evren, üç öğeden biri için doğru olan, öbür ikisi için de doğrudur: yerlerin evrensel tarihe ya da bireyin özgeçmişine göre her zaman bir tarihselliği olduğundan, uzam içindeki her yer, değiştirme, zamansal yapının yeniden düzenlenmesini gerektirecek aynı biçimde, zaman içinde her yer değiştirme de uzamsal ve bireysel yapıların yeniden düzenlenmesini zorunlu kıldı.



__________________
ressam safiş


uzman olduk

durum: Offline
Mesajlar: 36
Tarih:
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK RESİM SANATI TARİHİ
Kalıcı Link   


İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK RESİM SANATI


Eski Türkler’de resim sanatının doğuşu, bozkır kültürünün başlangıcına kadar geri gider. Proto-Türk devri ve Hun devrinde, Türkler için kendine özgülük yanı da olan resimden, daha doğrusu tasvir sanatından söz edebiliriz.

En erken devirlerden itibaren görülen kaya resimleri (petroglif), kaya ve mağara yüzeyleri üzerine yapılmışlardır. Bunlardan bazıları boya ile yapılmış, bazıları da kazıma ve çizme yoluyla gerçekleştirilmiştir.


Kaya resimleri, Orta ve İç Asya’da miladdan önceki bin yıllardan, M.S.14. ve15.yüz- yıllara kadar çok çeşitli konuları kapsar. Özellikle, erken tarihli örneklerde, av kültürü ve sembolizmini yansıtan resimler egemendir. Bu resimlerin bazılarında sembolik anlamları ihtiva eden “hayvan mücadele sahneleri“nin proto-tiplerini ve sonraki bazı örneklerini meydana getiren birbirleriyle mücadele eden hayvan figürlerine rastlıyoruz. Zıt kavramların mücadelesini (iyi, kötü, aydınlık, karanlık vb.) sembolize eden bu mücadele sahneleri, insan-hayvan mücadele sahneleriyle beraber, tarih öncesi devirlerdeki “hayvan-ata” inancı ve “hayvan biçimine girme” teması ile ilgilidir.

Kaya resimlerinde ayrıca, süvari tasvirleri, savaşan insan figürleri, arabalı çadır tasvirleri, bazen kuyruğu düğümlü, “moncuk” denilen püskül süslemeli at tasvirleri, kurt, dağ keçisi, geyik vb. çeşitli sembolik ve mitolojik anlamlara sahip hayvanlarla ilgili kompozisyonlar, dinî inançlar ve günlük hayata ait sahneler vb. çeşitli unsurlar yer almaktadır.

Kaya resimlerinin en erken örnekleri, Orta Asya’da Mezolitik veya erken Neolitik devirlere ait olarak bulunmuştur. Bu kaya resimleri arasında, özellikle Güney Özbekisan’daki, Za- raut Kamar mağarasında ve Doğu Pamirler’daki Sakta (Shakhta) mağarasında yer alan resimler önemlidir.

Göktürk kaya resimleri ise, pek fazla bir değişikliğe uğramaksızın sürmekteydi. Orhon ve Tula bölgesindeki pek çok örnek bunu doğrular. Ancak, Göktürk devri kaya resimleri Trans-Baykal, Güney Sibirya ve Yakutistan’a kadar olan çok çeşitli bölgelere yayılmıştır. Bu re- simlerde daha çok, av ve süvari resimleri mevcuttur.

Eski Türk resminin asıl temsilcileri, sanata çok ilgili olan, Uygur Türkleridir. Klasik Uygur resim üslûbu IX. yy.’da başlar ve XIII. yy.’a kadar varlığını devam ettirir. Daha sonra gelen ve XV. yy.’a kadar devam eden dönemde, yabancı tesirler artar ve klasik üslûp kaybolur.

Uygur resim sanatının genel ifadesi, İç Asya Türk sanatının etkisiyle ortaya çıkmıştır. Her ne kadar Büyük İskender ile birlikte gelen Helenistik üslûbun, ışık-gölge ile hacimleri meydana çıkarma tekniği bir müddet söz konusu olmuşsa da, bu kesinti devresinden sonra yine Orta Asya’nın İç Asya’dan devraldığı üslûp devam etmiştir. Bu üslûp, özellikle kaya resimlerine dayanan çizgi tarzının hakim olduğu ifadeyi tercih ediyordu.

Bazen yaldızın da kullanıldığı resimlerde, klasik Uygur devrinde kırmızı renk, gök rengi ve yeşil kullanılıyordu. Renkler çoğu kez parlak ve canlıydı.

Uygur resim sanatında kompozisyonlar, kaya tapınaklarının duvar yüzeylerine olduğu gibi, ipek kumaşlar üzerine, ahşap materyal ve kâğıt üzerine de yaygın olarak yapılıyordu. Duvar resimlerinde doğal boyalar kullanılıyordu. Resimler bazen doğrudan doğruya, düzleştirilmiş duvar üzerine, bazen de yaş sıva üzerine uygulanıyordu. Boyalar bazen, tempera tekniği kullanılarak elde ediliyordu.

Anlaşılacağı üzere, resimlerde çok çeşitli konular yer almaktadır. Bunların başında dinî sahneler gelir. Dinî sahnelerin büyük bir çoğunluğu da Budha’yı, Budha’nın öğretisini, yaşantısını ve diğer Budist ilâhları tasvir eder. Bu arada, Türklerce kabul edilen Maniheizm ve diğer dinlere ait konuları içeren resimlere de rastlanır. Aynı zamanda, sembolik çiçek tasvirleri ve hayvan tasvirleri de önemli bir yer tutar. Bu konuların dışında, günlük yaşantı ile ilgili sahneler, çeşitli destan ve efsaneler, din adamları, süvariler, prens ve prensesler de resimlerde yer alır. Bu resimlerin bir bölümünde portre anlayışının yer alması, Türk Sanat Tarihi bakımından oldukça önemlidir.

İnsan yüzüne kişisel bir özellik vermek, yani portre sanatı ilk defa 750 yılından sonra Türk duvar resimlerinde başlamıştır. O zamana kadar insan vücudunun diğer kısımları gibi, yüz de şemalara göre çiziliyor ve resmin altına kişinin adı yazılarak ayırdediliyordu. Fresklerde, resimlerini yaptırmak isteyen kimseler tasvir ediliyor, böylece çeşitli insan grupları, Hind ve Çin rahipleri, Toharlar, İranlılar görülüyordu. Uygurlar, kendilerinden farklı insanlar üzerinde dikkatlerini toplayarak, bunları tiplere ayırdılar ve kendilerini de daha belirli olarak görmeye başladılar. Bu durum onlara, portre sanatı yaratmak ve geliştirmek imkânını kazandırdı. Portre benzerliği, aynı kıyafet ve duruştaki yan yana sıralanmış rahip resimlerinde açıkça bellidir. Bunların yüzleri çeşitli insanları gösteriyor. Diğer resimlerde de kendini belli eden bu portre sanatı, kişisel düşünce ve şuur bakımından, çok önemli bir ilerlemeyi gösteriyor. Portre sanatının doğmasında, eski geleneklerin de rolü olmuştur.

Uygurlar zamanından kalan minyatürler, Maniheist kitaplarındaki sayfalardır. Bunlar kısmen dinî, kısmen dünyevî sahneleri canlandırırlar. Bunlardan başka büyük resimler, sayfalar ve sancaklar kalmıştır ki, bunlar Mani mabetlerinde saklanır ve ayinlerde kullanılırdı. Bu Uygur minyatürleri, daha sonra İslâm minyatürlerinin kaynağı olmuştur.

Uygurlar, VII. yy.’da Budizm’i ve Bögü Kağan 762de Mani dinini kabul etmişti. Uygurlar’ın sanatı daha çok Budizm olmakla beraber, bu iki dinin çerçevesinde gelişmiştir. Manihaî minyatürler Turfan ve Kansu’da, Orta İran (Pehlevî) veya Türk dilinde ya da iki dil karışık olarak yazılan dinî kitaplardadır. Bunların üslûp özellikleri, uzun zaman devam etmiştir. VIII.-IX. yy. lacivert zeminli minyatürlerde çizgi ve ışık gölge, aynı zamanda kullanılmıştır. Bu Manihaî yazmalar, Hoça’da hüküm süren Uygur kağanlarına ithaf ediliyordu. Bögü Kağan’ın himayesiyle Mani dini yaşayabilmiş, Hoço, Kansu ve Çin’de mabetler yaptırılmış, bu sayede Uygurlar’dan Manihaî minyatür ve resimler kalmıştır.

Uygur sanat merkezleri, 768de manastırların yapıldığı, kağanın sarayı bulunan kışlık merkez ve kutsal şehir Hoço, bunun kuzey yakınında Bezeklik, doğu yakınında Tuyak, Bezeklik’in doğusunda Sengim, Hoça’nın kuzeyinde Turfan, Murtuk, Sassık Bulak, Yar Hoto, Sorçuk, Ming Öy, Kum Tura ve diğer şehirlerdir.


__________________
ressam safiş


uzman olduk

durum: Offline
Mesajlar: 36
Tarih:
TÜRK RESİM SANATI TARİHİ
Kalıcı Link   


Türk Resim Sanatı Tarihi

Giriş
Geleneksel çizgide ilerleyen Türk sanatı; 18.yüzyıldan itibaren belirginleşmeye başlayan batılılaşma hareketlerinin sonucunda bir sonraki yüzyılda batı sanatının seyrine girmiştir. Böylece günümüze değin uzanan ve çağdaş Türk sanatı olarak isimlendirilen süreç ortaya çıkmıştır. Şeker Ahmet Paşa, Osman Hamdi Bey gibi isimlerden günümüzün genç sanatçılarına, klasik/izlenimci tarzdan resim ve heykelin ötesine geçen kavramsal çalışmalara kadar uzanan bu süreci, daha sonra ayrıntılı bir şekilde ele alacağız. Batılı anlamda Türk resim sanatının gelişimini ve evrelerini tüm detaylarıyla gözler önüne sermeye çalışacağız.
Ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun batı kültürüne, bilgisine, teknolojisine, kurumlarına ve yaşam tarzına henüz kapılarını açmadığı dönemlerde resim sanatının geleneksel anlamda nasıl ele alındığını, üretim alanları ve biçimlerini özlü bir şekilde anmaksızın konuya girmek son derece sağlıksız olacaktır. Bu, çağdaş Türk resim sanatının kökenlerini geleneksel resim anlayışına dayandırma gerekliliğinden dolayı değildir. Hatta denilebilir ki, günümüz Türk resminin temelleri geleneksel resim anlayışına pek az şey borçludur ve büyük ölçüde ayrı temeller üzerinde kurulmuştur. Ancak yeni değerler eski değerlere ne kadar az şey borçlu olurlarsa olsunlar, sonuçta onların yerini almışlardır ve yerini aldıkları şeyi anlamadan yeni değerleri anlamlandırmaya çalışmak boş ya da en azından havada kalan bir uğraş olur.

Türkler Anadolu'ya hakim olduklarında oldukça zengin bir mirasla karşılaştılar. Batı kültür ve sanatının en erken dönemlerden kalma ürünlerini tanıma fırsatını buldular. Ayrıca tarih boyunca batıyla savaş, ticaret v.s. gibi nedenlerle olan ilişkiler sonucunda ya da zaman zaman saraya davet edilen yabancı sanatçılar aracılığıyla batı sanatını bir ölçüde tanıyabildiler. Ancak Prof.Dr. Mustafa Cezar'ın çok yerinde bir tespitinde olduğu gibi; batıya karşı üstün oldukları sürece onlardan kültürel, teknolojik ya da sanatsal anlamda yararlanma ihtiyacı duymadılar. Böylece 19.yüzyıla değin geleneksel sanat anlayışlarını sürdürdüler

Geleneksel sanat anlayışının, resimdeki yansıması minyatür ve bazı duvar resmilerinde kendisini göstermiştir.


Türk Minyatürü - I
Minyatür; çoğunlukla elyazması kitaplarda, metnin anlaşılmasını kolaylaştırmak ve konuyu zenginleştirmek amacıyla yapılan küçük boyutlu resimlere verilen isimdir. Gerek hıristiyan gerekse İslam dünyasında çok sayıda minyatürlü yazma üretilmiştir. Ancak Hırıstiyan sanatı, yaşanan kültürel ve düşünsel değişimlerle bağlantılı olarak doğanın gerçekçi tasvirine yönelmiş ve bu uğurda yağlı boya resmin sağladığı olanakları tercih etmiştir. Ayrıca, matbaanın keşfiyle birlikte elyazmalarının azalmaya başlaması da buna eklenince, 15.yüzyıldan itibaren batı dünyasında minyatür önemini yitirmiştir.
Oysa islam sanatçısı, islam felsefesine uygun olan şematik bir anlatımı tercih etmiş ve bunu minyatür sanatında yorumlamıştır. Üstelik islam dünyası matbaaya daha birkaç yüzyıl ilgisiz kalacaktır. Dolayısıyla elyazmalarının üretimi artarak devam etmiştir.
Minyatür sanatına yeni bir yaklaşım ve konu dünyası getirmiş olan Türk minyatürü, daha başından beri gerçekçi eğilimiyle dikkat çeker, ancak genel hatlarıyla İslam minyatür geleneğine bağlıdır. Bu durum klasik Osmanlı üslubunun geliştiği 16.yüzyıla kadar belirgindir. Günümüze gelen örnek ve belgeler bizi 8-9.yüzyıllara Uygurlar dönemine kadar götürür. Uygurlardan kalma az sayıda minyatürlü sayfa, ardından Selçuklular döneminden kalma (11-13.yüzyıllar) Kelile ve Dimne, Varka ve Gülşah gibi sayılı minyatürlü yazma Türklerin bu sanata tarih boyunca vermiş olduğu önemi ortaya koyar. Ancak sağlam ve tutarlı bir çizgi izleyebilmek için Fatih Sultan Mehmet dönemini beklemek gerekecektir.
Fatih Dönemi: Fatih'in İstanbul'u fethi sadece Türkler için değil, tüm dünya için önem taşıyan tarihi bir olaydır. Sınırlarını Hırıstiyan batının kapılarına dayamış olan Osmanlı, artık başkenti İstanbul olan güçlü bir imparatorluktur. Burada hemen şu saptamayı yapalım; demek ki, bu tarihten itibaren gelişme sürecine girecek olan minyatür sanatı herşeyden önce bir imparatorluk sanatı olacaktır. Sultan İstanbul'un fethinin ardından fazla zaman geçirmeden sarayına doğulu ve batılı pekçok bilim ve sanat adamının toplamaya başladı. Saraya gelen yabancı sanatçılar arasında Venedikli Maestro Paolo, Veronalı Matteo di Pasti, 1478-1481 arasında burada kalan ve padişaha çok sayıda madalyon hazırlayan Costanza da Ferrara ve Fatih'in bir portresini yapan Gentile Bellini gibi isimlere rastlanır. Dönemin en ünlü nakkaşı olan ve Maestro Paolo'nun öğrencisi olduğu, bir süre Venedik'e gidip burada çalıştığı söylenen Sinan Bey de; onun bağdaş kurmuş, elinde tuttuğu karanfili koklar bir vaziyette resmini yapmıştır. Burada batı portre resminin unsurlarıyla minyatür geleneğinin uyumlu bir kaynaşması söz konusudur. Böylece bu dönemde Osmanlı minyatüründe portre geleneğinin temelleri de atılmış olur.
Ancak bu dönemden günümüze gelen iki minyatürlü yazmadan Dilsüzname Edirne'de, Cerrahiye-i İlhaniye ise Amasya'da hazırlanmıştır. Saray atölyesinden çıkma resimli elyazmalarından günümüze gelen ilk örnekler II. Beyazıd dönemine aittir.

Osmanlı Saray Atölyesinde Minyatürlü Yazmaların Hazırlanması: Saraya bağlı olarak hem atölye hem de bir okul görevi gören nakkaşhanelerden çıkma ilk örnekleri görmeden önce, kısaca minyatürlü bir yazmanın nasıl hazırlandığını anlatmakta yarar vardır. Elyazması kitapların hazırlanması toplu bir çalışmanın ürünüdür.
Nakkaşhanede sernakkaş ya da nakkaşbaşı adı verilen bir ustanın yönetiminde pekçok sanatçı birarada çalışmıştır. Atölyede sıkı bir disiplin içerisinde usta-kalfa-çırak ilişkisi mevcuttur ve muhtemelen ilk önce usta her sahneyi tasarlanmış ardından yardımcıları arasında bazı konuları paylaştırmıştır. Yoğun bir çalışma ortamı ve iş birliğinin söz konusu olduğu bu düzende, tüm çalışmalar sıkı bir disiplin içinde sürmekteydi.

II. Beyazıd ve I. Selim Dönemleri : İşte bu ortamda hazırlanan minyatürlü yazmalardan günümüze gelen en erken tarihli örnekler II. Beyazıd dönemindendir. Bu dönemde Fatih döneminde yoğunlaşan batı etkisi azalmaya başlamış ve portrelerin yerini yeniden elyazmalarının sayfalarını süsleyen minyatürler almıştır.
Kelile Dimne, Hamse, Hüsrev ile Şirin, Süleymanname gibi eserlerin minyatürlerinde Şiraz, Herat gibi çeşitli doğu okullarından gelen etkilerin yanı sıra az da olsa batı etkisi görülebilir.
Yavuz Sultan Selim döneminde ise, 1514'de Tebriz'in fethiyle bağlantılı olarak bazı İranlı sanatçıların saraya gelmesiyle Safevi üslubu etkili olmuştur. Yaklaşık 40 yıllık bir süreç içerisinde Fatih döneminden gelen batı etkileri özümsenmeye başlanmış, bunun yanı sıra çeşitli doğu okullarının etkileri hissedilir olmuştur. Henüz belli bir üsluplaşma görülmese de, bu dönem için bir hazırlık evresi niteliği belirgindir. Mantık al-Tayr (1512), sadece Şiraz ve Tebriz okullarının değil Osmanlının karakteristik özelliklerinin de görüldüğü bir örnektir.

Kanuni Dönemi : Kanuni döneminde Osmanlı minyatürü nihayet kişiliğini bulur. İmparatorluk doğuda ve batıda sınırlarını genişletirken fethedilen ülkelerin sanatçıları da Osmanlı sarayına geçiyordu ve bunlar Osmanlı sanatçıları üzerinde etkili oluyordu. Nevai'nin 1530-31 tarihli Hamse'sinin minyatürlerinde Avrupa, Pers ve Osmanlı gelenekleri kaynaşmıştır.

Bu dönemde; Şahi'nin Divan'ı (1528), Ali Şir Nevai'nin biri 1534 tarihli diğeri tarihsiz iki Divan'ı gibi edebi içerikli yazmaların dışında en önemli çalışmalar tarihi konulu elyazmaları olmuştur. Bu konu, sonradan Osmanlı minyatürünün ana teması olacaktır ki, daha gerçekçi bir yaklaşımın gelişmesine yol açmıştır.
Kanuni döneminin ortalarına doğru, Osmanlı tarihine ait olayları tasvir eden tamamen yeni bir tarz ortaya çıkmıştır. Matrakçı Nasuh'un resimlediği 1534 tarihli Bayan-ı manazil-i sefar-i Irakeyn, Kanuni'nin Irak seferini anlatır. Sultanın sefer güzergahındaki İstanbul, Halep, Diyarbakır, Tebriz, Bağdat şehirlerin ve kurulan kampların görünümleri tasvir edilmiştir. Büyük bir gerçeklikle yapılan resimler, dikkatli gözlemlerin sonucudur ve sanatçı ayrıntıya girmeden en önemli özellikleri vermeyi başarmıştır. Bu özellikleri ile çoğu kuşbakışı çizimlerden oluşan bu görünümler, topografik resim tarzının ilk ve en canlı örneklerini oluştururlar.

Osmanlı sanatçıları Kanuni'nin atölyesinde doğulu ve batılı sanatçılarla birlikte çalışmışlar ve bunun sonucunda çalışmaları çeşitlilik göstermiştir. Yaklaşık 30 yıl süren II. Selim ve III. Murat dönemlerinde, Osmanlı minyatürü bu dış etkilerden tamamıyla kurtulmuş ve tam anlamıyla bağımsız ve özgün bir stil geliştirmiştir. Osmanlı tarihiyle ilgili tasvirler bu dönemde olgunlaşmış, realizm büyük bir sadeliğe ulaşmıştır. Bu dönemde minyatürün en önemli konusu Osmanlı tarihidir. Osmanlı sultanlarının tarihini, dönemlerinin toplumsal ve sosyal olaylarını anlatan şahnameler yüzlerce minyatür içeriyordu.
Bu dönemde ayrıca II. Mehmet döneminde ilk kez görülen portreler de popüler olmuştur. Öte yandan edebi eserlerin illüstrasyonu önemini kaybetmiştir.

Klasik Dönem : II. Selim döneminde hazırlanan Nüzhet-el ahbar der sefer-i Zigetvar'da kalenin fethini gösteren sahne, ilk kez figürlerle topografik tasviri birleştirerek daha sonraki çalışmalarda geliştirilerek kullanılacak olan bir özelliği ortaya koyar.

Dönemin en önemli şahnamecisi Lokman'dır. Onun Zafername, Şahname-i Selim Han ve Şehinşahname adlı üç şahnameyi yazdığı bilinmektedir. Dönemin en önemli nakkaşı ise Nakkaş Osman'dır ve Lokman ile birlikte pekçok minyatürlü elyazmasında çalışmıştır.

Portre resminde önemli bir isim Barbaros Hayrettin, Kanuni ve II. Selim'i resimleyen Nigari takma isimli Haydar Reis'tir. Nigari, 35X40 cm. ebatlarında büyük boy minyatürler yapmıştır. Osmanlı portrelerinin en önemli örneği III. Murat döneminde resimlenmiş olan Lokman'ın Kıyafet el-insaniye fi Şemail el- Osmaniye'sindeki çeşitli Osmanlı sultanlarına ait 20 portredir. Bu portreler için araştırma yapılmış ve sultanların özellikleri çıkartılmıştır. Portrelerdeki resmi özelliğe rağmen bireysel nitelikler ve ifadeler başarıyla yansıtılmıştır.
III. Murat'ın oğlu III. Mehmet'in sünnet töreni için verdiği 52 günlük şöleni anlatan Surname bu dönemin en önemli minyatürlü yazmasıdır. Bu el yazması sadece Osmanlı minyatür resmi açısından değil, fakat aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun 16.yüzyıldaki ekonomik ve sosyal durumu için bir belge niteliği taşıması açısından da önemlidir.
Osmanlı resminin en anıtsal el yazması hiç şüphesiz Şehnameci Lokman'ın iki ciltlik Hünername'sidir (1584). Kitabın birinci cildinde I. Osman'dan I. Selim hükümdarlığının sonuna kadar her sultanın tahta çıkışı, atış ve av yiğitlikleri, bedeni kuvvet, cesaret, felsefe, dönemin en önemli olayları ve ölümü gibi konuları işleyen sahneler yer alırken; ikinci cilt yalnızca I. Süleyman'ı konu alır. Bu dönemde yapılan pekçok minyatürlü diğer elyazmasıyla Osmanlı minyatürü klasik hüviyetini bulur.

Dönemin sonlarına doğru ve bu okul en olgun işlerini üretirken tamamıyla yeni bir üslup ortaya çıkar. Bu üslubun doğuşu gerek yüzlerce minyatüründeki üslup gerekse konu açısından tarihi resimlerden farklı olan 5 ciltlik Siyer-i Nebi'de görülür.
Burada, Hz. Muhammed'in hikayesi anlatılır. Az sayıdaki figürler olağandan büyüktür ve yumuşak konturludur. Minyatürler çok renkli, titreyen ve bükülmüş melek kanatları, alevli haleler ve bulutlarla zenginleştirilmiştir. Tarihi resimlerin ve sade kompozisyonlara dayalı hikayelerin tersine yumuşak hatlar, parlak renk skalası ve sadece birkaç figür kullanımı geç-klasik dönemin ana özellikleridir.

Geç-Klasik Dönem : Bu dönemde sahnelerde birkaç büyük figürün yer alması, yumuşak hatlar ve güçlü renklerin vurgulanması genel özelliklerdir. Genellikle geç-klasik dönem tarihi konulu minyatürlerinde divan toplantıları, şehzadelerle konuşan sultanlar, elyazması üzerinde çalışan yazar ve ressamlar dönemin gözde konularıdır. Klasik dönemin doğal toprak renkleri yerini mor ve koyu kırmızının parlak tonlarına bırakır.

Şehname-i Mehmet Han (1609)'da Sultan'ın İstanbul'a dönüşünü anlatan sahne tamamıyla yeni bir kompozisyon planının yansıtır. Figürler diyalog halindedir, zaferin neşesi içerisindedirler. III. Mehmet döneminin önemli sanatçısı Hasan'dır. Bu dönemde klasik dönemin aksine konularda büyük çeşitlilik görülür.
III. Mehmet döneminde saray ressamlığıyla karşılaştırıldığında çok farklı bir görünüş ortaya koyan başka bir resim okulunun varlığı saptanır. Bunlar eyalet resimleridir. Fuzuli'nin Hadikat el Sueda'sı gibi örneklerde pekçok sahneye artık çeşitli toplumsal sınıflardan kişi dahil olur. Zengin hayal gücüne dayanan bu resimlerde bir halk üslubu vardır. Bu okulun serbest, samimi atmosferiyle saray oklunun etkileyici, resmi üslubu arasında büyük bir fark vardır.
17. Yüzyıl : Tarihi konulu resimler azalarak da olsa 17.yüzyılın ortasına kadar yapılmaya devam etti. Öte yandan 17.yüzyılın başından itibaren albüm yapımı ve bununla beraber tek figürler ve ayrı portreler önem kazandı. Klasik ve geç-klasik dönem minyatürleriyle olan en çarpıcı farklılaşma minyatürlerin ebatlarındadır. Falname'nin 36 minyatürü yaklaşık 36X48 cm. ebadındadır. Bunlar, renkli, kalın fırçalarla boyanmış ve dekoratif detayların önem kazandığı minyatürlerdir.
II. Osman döneminde gerek tarihi konular gerek şahnameler yeniden popüler oldu. Dönemin en önemli yazması Tercüme-i Şakayık-ı Nümaniye, her alandaki Türk büyüklerini konu alır. Bunlar Nakşi'nin minyatürleridir. Nakşi'nin resimlerinde sahneler çok az figür içerir ve dış mekan tercih edilmiştir.
Onun tarzı klasik dönemden ve sonraki resim okullarından farklıdır. Çalışmalarının en önemli özelliği zarif fırça vuruşlarına temellenen saf desendir ve manzaralar genellikle çeşitli mat renklerle boyanır.
Arka plandaki ağaçlar ve binalar sahneye derinlik verme çabasıyla dikkatle gözlenmiştir ve olağandışı bir perspektif duygusuyla çizilmiştir. Bu durum özellikle kemerli pencere ve kapılarda görülür. Nakşi'nin renkleri de zengin ton çeşitlilikleri ve usta uygulanış teknikleriyle dikkat çekerler.
Divan-ı Nadiri, ya da Antoloji de Nakşi'nin elinden çıkmış olmalıdır. Onun minyatürlerinde pencereden görülen patikalar, doğrudan resmin içine uzanan kemerli portaller ve uzaktaki gölgevari figürler, derinlik duygusuna çok fazla önem verdiğini gösterir. Kemerli açıklıklar resme güçlü bir perspektif duygusu verir. Açıktır ki, 17.yüzyıl başlarından itibaren batı sanatının en önemli özelliği olan üç boyutlu tasvire yönelik illüzyonlar Osmanlı minyatürüne girmeye başlamıştır.
II. Osman döneminde, sultanın tarihini anlatan son Osmanlı Şahname'si yazılır. II. Osman'ın Hotin seferi sırasında ordusuyla ilerlediği sahnede, ön plandaki izleyici grubunun gösterilişi en yenilikçi özelliktir. Figürler sultana bakmaktadırlar ve arkadan gösterilmişlerdir. Ön plana alt kısımları resmin çerçevesi tarafından kesilmiş şekilde yerleştirilmişlerdir, bu tüm sahneye derinlik duygusu verir [ATASOY, N.; a.g.e., s.69, 70]. 16.yüzyıl klasik dönem üslubunu sürdürmeye devam eden saray sanatçılarından ayrı olarak Nakşi'nin sunduğu yeni üslup hem batı sanatının etkilerini hem de derinlik sorununun çözümü girişimini yansıtır. Bu döneme ait anonim bir albüm saray dışındaki örneklerin niteliği hakkında bilgi verir. Bunlar daha ilkel ve naif bir şekilde ele alınmışlardır ve yerel halk kültürü ve popüler zevki yansıtırlar.


-- Edited by safinaz at 17:05, 2007-04-22

__________________
ressam safiş
Sayfa%Sayfa no%Toplam sayfa%  sorted by
 
Hızlı cevap

Hızlı cevap göndermek için giriş yapınız

Tweet this page Post to Digg Post to Del.icio.us


Create your own FREE Forum
Report Abuse
Powered by ActiveBoard