Şu ana kadar hep umut ________________________________________ Küçük balık yiyecek bir şey sanıphızla atıldı çapariye. Önce müthiş bir acı duydu dudağında. Gümbür gümbür oldu yüreği, sonra hızla çekildi yukarıya. Aslında hep merak etmişti, denizlerin üstünü. Neye benzerdi acep gökyüzü. Bir yanda büyük bir merak, bir yanda ölüm korkusu."Dudağı yanıklar" denir, şanslıdır onlar. Hani görüp de gökyüzünü, insanı, oltadan son anda kurtulanlar. Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu. Küçük balık anladı yolun sonunun geldiğini. Koca denizlere sığmazdı yüreği, oysa şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende cansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüreği. İnsanlar gelip geçtiler önünden. Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine. Yavaşça karardı dünya, başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı, bir de yeşil yosunu. İşte tam o sırada eğilip aldım onu, yürüdüm deniz kenarına. Bir öpücük kondurdum başına. İki damla gözyaşından ibaret, sade bir törenle saldım denizin sularına. Bir an öylece bakakaldı, sonra sevinçle dibe daldı gitti, tüm kederimi söküp atarak. Teşekkürü de ihmal etmemişti, birkaç değerli pulunu elime avuçlarıma bırakarak. Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme. Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu diye..
"BİR GÜN" dedim, "BULURSAM KENDİMİ YEŞİL LEĞENDEKİ KÜÇÜK BALIK
KADAR ÇARESİZ, SON ANA KADAR HEP BİR UMUDUM OLSUN DİYE."________________________________________
Amerikalı bir zengin,iş seyahati sırasında Meksikanın küçük bir kıyı kasabasına uğramış.Limanda gezerken, bakmış ağzına kadar balık dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balıkçı Merhaba balıkçı diye seslenmişbu balıkları kaç zamanda tuttun? Bir iki saatimi aldı demiş balıkçı İştahlanmış bizim işadamı; Eeee , niye biraz daha kalıp daha fazla tutmadın ? diye sormuş. Bu kadarı bize yetiyor da ondan diye omuz silkmiş balıkçı. Şaşmış balıkçının bu kanaatkarlığına işadamı; Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki diye üstelemiş. Balıkçı , özetlemiş bir gününü: Sabahları açılır,biraz balık tutarım.Sonra çocuklarımla oynarım.Öğleyin karımla biraz siesta yaparım. Akşamları amigolarla beraber gitar çalıp şarap içer,geç vakte kadar eğleniriz.Oldukça meşgul sayılırım senyor Bak demiş ben sana yardımcı olabilirim.Bu işe daha çok zaman ayırmalısın.Daha büyük bir tekne bulup daha çok balık tutmalısın.Oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın.Kısa sürede bir balıkçı filosuna sahip olursun.Böylece,yakaladığın balığı aracılara değil,doğrudan işletme tesislerine satarsın.Hatta zamanla kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin.Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun Balıkçı merakla Bunları yapmak kaç sene alır sinyör demiş: 15-20 yılda hallersin demiş Amerikalı , Ama sonrası çok parlak:Zamanı gelince şirketini halka açarsın,hisselerini iyi paraya satarsın,kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın. Milyonlar ha diye tekrarlamış balıkçıEeee.sonra? Sonra emekli olursun.Küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin.İstersen zevk için balık tutarsın.torunlarınla oynar,karınla keyfince siesta yaparsın.Akşamları da arkadaşlarınla şarap içip gece yarısına kadar gitar çalarsın.
Rahmetli Üzeyir GARiH yıllar önce Çukurova'ya gelmiş, Adana'da İş adamları toplantısında bir konuşma yapmış. Bugünlerde yaşanılan ilişkileri görünce... Şöyle demiş rahmetli GARiH; "Hayat havaya attığımız 5 topla oynanan bir oyundur. Bu toplardan sadece bir tanesi lastik ,diğer 4 top ise camdandır. Bu toplar; işimizi, ailemizi, sağlığımızı, dostluklarımızı ve benliğimizi temsil etmektedir. Belirttiğim gibi bu 5 top içinde sadece iŞiMiZ lastik bir toptur. Düşürürsek tekrar zıplatabiliriz. Ancak diğer 4 top camdan yapıldığından düşerse KIRILIR, yerine konulamazlar. Bunu fark etmeli ve hayatımızı bu dengeye göre kurmalıyız. Oysa hepimiz o lastik topu tutabilmek uğruna diğerlerini KIRIP dökmez miyiz? Dostlarınızı çantada keklik sanmayın. SIKICA asılın onlara, TIPKI hayata asıldığınız gibi... Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır. Hayati çok HIZLI KOŞMAYIN, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın... Hayatin bir YARIŞ değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan ÇIKARMAYIN...
DüN TARiH OLDU... YARIN bir SIR... BUGÜNÜN KIYMETİNİ BİLİN....
Nanayi bir kadındır.Bir kırık-çıkık ustası.Bir insan.Bir Hipokrat. Nanayi’nin kelime karşılını tam olarak söylemek güç.Lazca anne demek olan Nana’dan türetilmiş bir kelime.Büyükanne,annelerin annesi gibi bir şey. Nanayi benim annemim babaannesidir.Ben,kendisini hiç görmedim.Ben doğmadan ölmüş.Hiç resmi yok. Yolun arabanın olmadığı,evlerin bazen birbirinden kilometrelerce uzakta olabildiği,ormanlarla kaplı Karadeniz coğrafyasını düşün.Burası Rize’ye bağlı Fındıklı İlçesinin Pishala Köyüdür.Kan davasının da yaygın olduğu bir tarihteyiz. Kocaman kazanların durmadan kaynadığı,konuğun hiç eksik olmadığı büyük bir evin yöneticisi konumunda aile büyüğüdür Nnayi.Yaşamı yollarda geçer.Uzak yakın demez,soğuk çamur demez hastalarına koşar.Kendisi hasta olmaz.Üşenmez.Her zaman vakti vardır.Hastalarından da yaptıklarının karşılığı olarak asla bir şey almaz. Nanayi’nin Hakkı adında bir oğlu vardır.Hemen herkesin hasımlı olduğu bir ortamda Hakkı Dedem de hasımlıdır ve elinde mavzer gezmektedir.Bir gün sarp kayalıklarda hasımlarıyla çatışmaya girer.Çatışma sürerken hasmı yardan yuvarlanarak ağır yaralanır.Nanayi’den başka bu işlerden anlayan kimse olmadığından yatağında ölümü beklemekten başka çaresi yoktur adamın.Nanayi’yi çağırmazlar,çünkü o hasmının annesidir.Ancak Nanayi haber beklemez alır çantasını ve yola çıkar.Yaralı adamın evindekiler Nanayi’nin evlerine doğru geldiğini görünce şaşırırlar ne yapacaklarını.Yaralı adama sorarlar.”Bırakın,”der,”gelsin ” adam. Nanayi gelir.Sıcak su,temiz bez,bağlamak için düzgün ağaç parçaları ve başka ne gerekiyorsa hazırlattırır.Dayanılmaz acılar içindeki adamın kırık kemiklerini düzenler ve bağlar.Giderken de adama şöyle der: “Nasılsa bu iyiliğimin altında kalmaz,vazgeçer oğlumla hasımlıktan diye düşündüğümü sanma.Sana bunun için yardım etmedim.Bu benim işim,senin yerinde kim olsa aynı şeyi yapardım.Şimdi beni iyi dinle: SANA YAPTIKLARIMIN KARŞILIĞI OLARAK DİYET BORCU ÖDEMEK İÇİN BİR BARIŞ YAPARSAN HAKKIMI HELAL ETMEM.” Söz konusu olan oğlu iken bile bilgisini,becerisini diyet karşılığı satmayacak kadar büyük bir insandı NANAYİ…
İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar, ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı. Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: "Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver." Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler. Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı. Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı. İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu. Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı: "Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır.